Edebi YazılarMensur HikâyeÖykü - Hikâye

HU MEDRESESİ

Kâinat ve evren boşluk kabul etmez. Yaşadığımız zamanın en önemli özelliği, gelişen teknoloji sonucu teknolojiye bağımlı hale gelmemizdir. Teknoloji bizi o denli kendine bağladı ki; etrafımızda olup bitene, ötüşen kuşlara, alıp verdiğimiz nefesimize ve kendimize ırak olduk. Dört bir yanımızda var olan her şey mutlak yaratıcıyı anarken, biz kendi yokluğumuza savrulduk. Yok olduk. Ben bir garip fani, fani alemden bakiye erişen, Yoksul-u Fâni.

“Fani hanede yok idim,

Aşk meyline tamah idim,

Hu Hu ile nakş eyledim,

Diyarı yokluktan göçüp,

Eriştim mahsarı varlığa…”

Yokluk aleminden, varlığa nefis elinden Hak aşkına yanışıma benimle sırdaşlık etmeye ne dersiniz?

Her şey bir rüya ile başladı…

İki bin on yedi yılının Miraç Kandili gecesi, dünyevi zevklere dalmış, benlik yurdunda yatarken, günün yorgunluğu nedeniyle erkenden uykuya dalmışım. Lakin bu uykunun, yepyeni bir uyanışın habercisi olduğunu bilemezdim…

Başımı yastığa koyar koymaz, tatlı bir uykuya dalmıştım. Tam da bu sıralarda, rüyamda nereden geldiğini anlamadığım bir ses işittim:

– “Hu, Hu, Hu…”

Her yer karanlıktı. Ama başımı hangi yöne doğru çevirirsem bana yaklaşan bir nidâ:

– “Hu, Hu, Hu…”

Ağaçların dilinde, “Hu”; rüzgârın nefesinde, “Hu”; suyun şarıltısında, “Hu”; aldığım her nefeste, “Hu”.

Tam da böylesine bir anda içimi kaplayan yangının sancısıyla uykudan uyandım. Herkes uykuda. Ama, “Hu, Hu, Hu…” nidaları halen kulaklarımda çınlıyordu. Temiz bir hava almak ve rüyanın etkisinden çıkmak için yataktan kalkıp, yüzümü yıkadıktan sonra dışarıya çıktım.

Sokak lambaları arızalı olacak ki hiçbiri yanmıyordu. Gecenin karanlığını yaldızlar aydınlatıyordu. Bu sırada şiddetli bir rüzgâr esti. Rüzgârın sesi tanıdıktı:

– “Huuuuuuuuuuuu”

Yine aynı rüyamdaki ses.

Dolaşmaya devam ederken, evimizin yakınındaki ağaçlık alana yaklaşınca yine aynı ses. Ayağımla ittirdiğim taşın sesi aynı. Hırlayan köpeklerin sesi aynı. Korku ve endişe içerisinde bir çeşmenin başına vardım. Tam bir avuç su içerken, yine aynı sesi işittim. Her yerde aynı ses çınlıyordu:

– “Hu, Hu, Hu…”

Tam yüzümü yıkadım, bir avuç su içip doğrulmak üzereyken sırtımda bir el hissettim. Dönüp baktım, elin sahibi kim diye. Yaşlı bir amca, gülen bir yüz ile bana seslendi;

– “Hu, Hu, Hu, Hu evlat Hu!”

Şaşkın bir ifade ve titreyen ses tonum ile amcaya;

–  “Sesesesese, sen kimsin amca?” diye sordum…

Amca bakışlarımdaki korkuyu görmüş olacak ki beni sakinleştirmek adına, kendinden emin bir biçimde;

– “Sakin ol evlat! Benim kim olduğumu merak ediyorsun, ama biraz sabırlı davran! Hele birkaç yudum su içeyim, tüm sorularına cevap vereceğim” dedi ve heybesinden bir tas çıkartarak, suyunu doldurdu.

Amca suyu içerken, her yudumdan önce;

– “Bismillahirrahmanirrahim…” diyerek suyunu yudumladı.

Sonrasında amca ile yola koyulduk. Oturabileceğimiz bir yere vardığımızda amcaya yine sordum;

– “Allah aşkına cevap ver amca! Sen kimsin?”

Amca cevapladı;

– “Ben sendenim, senin en derinindenim. Seni dünya zevklerine daldıran, sana Rabbini unutturan ve seni senden çalanım. Ben senin nefsinim evlat…”

Amcanın bu sözleri üzerine, amcaya inanmayarak güldüm. Ama amca istifini bozmadan konuşmaya devam konuşmaya devam etti;

– “Fani olan bu alemden uyanışa geçme vaktin geldi, evlat. Aşk-ı Rahman ile yanma vaktin geldi, evlat. Hu, Hu’lar seni bekler, evlat.

Amcanın konuşmasını sinirli bir ifade ile kestim:

– “Madem sen benim nefsimsin, fani dünyadaki zevklerime özendirsene. Ne diye beni uyandırmaya çalışıyorsun ki?

Amca;

– “Doğru, evlat! Ben senin nefsinim. Dünya uykusuna devam etmeni en çok ben isterim. Ama sana Hu’lar talip oldu. Hu’ların talip olduğu birine ben erişemem. Çünkü, Hu’lar senin gönlüne düştüğünde, ben edebîyen açlığa mahkûm olurum. Kaybedeceğim bir savaşa girmektense, yenilgiyi kabul eder, bendimden geçerim.”

Amcaya cevap verdim:

– “Hu’lar kim, ey nefsim? Onları ben nereden bulabilirim?

Nefis:

– “Hu’lar her yerde. Aldığın nefeste, rüzgârda, suda, bitkilerde, hayvanlarda ve canını almaya gelecek olan Azrail (a.s.)’de. Hu’lar, senin dilinde. Hu’de evlat. Hu’lar ile, yokluk yurdundan varlığa erişeceksin. Hu, Hu, Hu, Hu, Hu…”

Tam bu sırada bir ses duyduk. Sesin geldiği yöne baktığımızda kimse yoktu. Dönüp nefse baktığımda oda yerinde yoktu. İçimi korku kapladı. Yerimden kalktığım gibi, eve doğru koştum. Her yerden aynı ses yükseliyordu.

– “Hu, Hu, Hu, ALLAH, Hu, Hu, Hu, ALLAH…”

Eve varır varmaz seccadeyi serdim. Ve hemen secdeye vardım. Dilimde tek söz:

– “Hu, Hu, Hu, ALLAH, Hu…”

Aradan bir saat geçti, aynı söz:

– “Hu, Hu, Hu, ALLAH, Hu…”

Yemeyi, içmeyi unutmuş günlerce, haftalarca aynı sözü tekrar eder olmuştum;

– “Hu, Hu, Hu, ALLAH, Hu…”

“Dünya benim sanar idim, Hu Allah!

Cana gelmez ölüm derdim, Hu Allah!

Zevkine dalan faniydim, Hu Allah!

Vardım indine bâkinim, Hu Allah!

Amel gelmiş, faniyi arar,

Diyarı mâkber, kula dar.

Hak aşkına yandıkça yanar,

Garip fani kulun, Hu Allah!”

Miracıma ermemin üzerinden tam bir yıl geçmişti. Yine bir miraç gecesi, zikri Hu’nun yüce lafzı ile ulaşmıştım, Aşkı Rabbi’me. Yaşadığımız tüm evren fani. Canlı ve cansız her mahluk anar her an Rabbi. Hu Allah, lafzı ile fanidim oldum Yoksul-u Fâni.

Hu Medresesi’nin son imzası, son talebesi ben oldum, Aşk indinde. Rab aşkına yanışım ilham olsun, Hu’sunu arayanlara…

Selçuk Dikici

Selçuk DİKİCİ, 18 Temmuz 1996 tarihinde Malatya'da dünyaya geldi. Roman, şiir, hikaye, deneme ve biyografi tarzlarında yazılar kaleme alan Selçuk Dikici, Bilgisayar Teknolojileri ve Programcılığı ön lisans eğitiminin yanı sıra Tarımsal Biyoteknoloji ana bilim dalında Ziraat Mühendisliği eğitimi almıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir